Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz ve Üç büyük Halife döneminde İslam Devletinin idare merkezi Medine idi, sonra Hz. Ali (r.a.) ın şehadeti üzerine, Hilafet Ümeyye (Emeviler) oğullarına geçti. Emeviler döneminde Başkent Şam oldu. Daha sonra Peygamber Efendimiz’in amcası Hz. Abbas (r.a.)’ın oğulları (Abbasiler) ınkılap yaparak Hilafeti Emevilerden devr aldılar. Abbasiler ise Payitaht – Başkent olarak Bağdatı seçtiler. Abbasiler İktidarı ele geçirdikleri zaman Emevilerin malvarlıklarına el koyup ileri gelenlerini cezalandırdılar. Bu zaman zarfında olmuş bir olayı Molla Cami Baharistan isimli eserinde şöyle dile getirmektedir:
Emevi Halifelerinden Mervan oğlu, Abdulmelik oğlu, Süleyman oğlu, İbrahim anlatır ki:
Hilafetin Ümeyye oğullarından Abbas oğullarına geçtiği ve Abbas oğullarının emevileri yakalayıp öldürdükleri sırada ben Kufe dışında ovaya bakan bir sarayın damında oturmuştum. Kufe tarafından siyah renkli bayraklar belirdi. Gelen kalabalığın beni yakalamak istediklerini anlayarak aşağı indim. Evinde saklanabilmek için tanıdık hiç kimse yoktu. Büyüklerden birinin sarayının kapısına doğru yürüdüm. Yakışıklı bir adamın atına binmiş ve kölelerle hizmetçilerden bir kalabalığın etrafını çevirmiş olduğunu gördüm. Selam verdim, „Sen kimsin ve ne istiyorsun“ diye sordu. Düşmanların korkusundan kaçmış bir adamım senin konağına sığınmak için geldim deyince, beni içeri aldı ve harem odasına yakın bir odaya yerleştirdi. Orada kaldığım bir kaç gün zarfında yiyecek, içecekten vede giyecekten hoşuma giden her şeyi hazırladı. Her gün bir defa at gezintisi yapıyor, pek çabuk dönüyordu.
Bir gün bu gezintisinin sebebini sordum: „Her gün ata binip evden çıkıyor ve çabuk yine geri dönüp geliyorsun. Bu gezinti ne içindir?“ Cevap verdi; „Süleyman oğlu İbrahim babamı öldürmüştür! Bu şekilde gizlenmiş olduğu haberini aldım. Her gün onu bulmak ve babamın öcünü almak için gidip geliyorum!“
Bu işi işitince başıma gelen felaketlere şaşırdım. Meğer kader beni kendi ayağımla canıma kıymak isteyenlerin konağına atmış, artık canımdan bıkmıştım. Ev sahibine adını ve babasının adını sordum. Doğru söylediğini anlayınca, ona: „Ey baba yiğit!“, dedim. „Senin benden çok hakkın vardır. Bana senin düşmanını bulmak bir borçtur. Seni bu gidip gelme zahmetinden kurtarayım bari! Süleyman oğlu İbrahim, benim. Babanın kanını benden iste, yani intikamını al!“
Ev sahibi inanmadı, galiba dedi hayatından çok usandın da, bu minnetten kurtulmak istiyorsun. „Hayır!“, dedim. „Allah’a yemin ederim ki, öyle değil! Babanı ben öldürdüm!“Delillerini de söyledim. Sözümün doğruluğunu anlayınca, rengi attı, gözleri kızardı ve bir zaman başını önüne eğdi. Sonra bana:
„Babamın yanına çabuk gidersin! O hakkını senden alır ancak! Ben sana aman vermiştim yanlış bir iş yapamam. Kalk hemen dışarı çık, çünkü kendime güvenim yoktur. Ola ki sana bir ziyanım dokunur.“ ,dedi ve 1000 altın ihsan etti. Paraları aldım ve ayrıldım…
Bu olmuş olay üzerinde düşünürken, ister istemez musalla taşı aklıma geldi. Hani cenaze namazı için ölüyü musalla taşına yatırırlar, eğer ölen kişi erkek ise; „er kişi niyetine“ derler. Fesuphanallah demek ki, böyle er kişilerde varmış. Katil (öldüren) mertçe ben senin babanı öldürdüm, intikamını al derken, maktulun (Öldürülen) oğlu ise, ben sana eman verdim, seni öldürüpte sözümden dönemem, diye cevap veriyor. Dahası kendisine yukarıda da belirtildiği gibi hasmına (düşman) külliyetli bir şekilde yol harçlığı verip yolcu ederek, işi Ahirete bırakıyor…
Behlul Dânâ’nin evine hırsız girer. Behlul durumu ahaliye haber verir. Herkes hırsızı ararken, o mezarlığa gidip, orada bekler. „Ey Behlul! Biz hırsızı ararken, sen gelmiş burada bekliyorsun!“, dediklerinde; „Merak etmeyin! O nasıl olsa bir gün buraya gelecektir! Ondan hakkımı alırım!“ diyerek bir gerçeği dile getirir…
Selam ve Dua ile…