İmtihan Dünyası

5. Dezember 2016
Posted in Makale
5. Dezember 2016 Ismail Kilic

Biz bu dünyaya Allah’a ibadet etmek ve de imtihan edilmek için geldik. Nitekim Cenab-ı Hak Mülk suresinde “O ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayıcıdır.“(1)

Kader kalemi bizler için bir senaryo yazmış, ve bizlere bir rol biçilmiş. Önemli olan bize verilen bu rolü en güzel bir biçimde icra etmektir. Çünkü bizlere Allah tarafından irade verilmiştir.

 

Konumuzla alakalı tarihi  bir olayı anlatacak olursak:

Cennetlik bir adama bakmak kimi memnun ederse, Urve İbnu’z-Zübeyr’e baksın.

Kabe’de Rükn-ü Yemanî’nin yanına, yüzleri parlak, soyları şerefli, dört genç oturmuştu.

Bu dört kişi, Abdullah İbnu’z-Zübeyr, kardeşi Mus’ab İbnu’z-Zübeyr ve konumuzun kahramanı diğer  kardeşleri Urve İbnu’z-Zübeyr ve Abdulmelik İbn Mervan’dı.

Konuşma temiz kalpli gençler arasında yumuşak ve sakin bir şekilde devam ediyordu. Az sonra içlerinden biri şöyle dedi:

„Her birimiz Allah’tan arzu ettiği şeyi istesin.“

Abdullah İbnu’z-Zübeyr şöyle konuştu:

“Benim idealim Hicaz’a hükmetmek ve halifeliği elde etmektir.”

Kardeşi Mus’ab ise şunları söyledi:

“Ben de Kufe ve Basra’ya hükmetmek istiyorum. Bu hususta benim karşıma hiç kimse çıkmasın.”

 

Abdulmelik İbn Mervan ise şu konuşmayı yaptı: “Siz bunlarla yetiniyorsunuz, ben ancak bütün yeryüzüne hükmetmekle. Ve Muaviye İbn Ebu Süfyan’dan halifeliği elde etmekle yetiniyorum.”

Urve İbnu’z-Zübeyr ise susup hiçbir şey söylemedi.

Diğerleri ona dönüp:

“Ya sen ne istiyorsun, Ey Urve?” dediler.

Urve şu cevabı verdi:

“Allah dünya işlerinden arzu ettiğiniz şeylerde sizi mübarek kılsın. Bana gelince, ben insanların benden Rablerinin kitabını, sünnetini ve dinlerinin hükümlerini aldıkları, ilmiyle amel eden bir alim olmayı ve ahirette Allah’ın rızasını kazanmayı ve onun cennetine kavuşmayı istiyorum.”

Görüldüğü gibi en güzel duayı Hz. Urve yapmıştır.

Zira  dünya hayatı rüya gibidir. Gerçek hayat ise Cennet hayatıdır.

Günler geçtikten sonra görürüz ki, Abdullah İbnu’z-Zü-beyr’e, Yezid İbn Muaviye’nin ölümünden sonra halife olarak biat eder, ve o da Hicaz, Mısır, Yemen, Horasan ve Irak’ı idaresi altına alır.

Daha sonra evvelinde dua ettiği Kâ’be’nin yanında şehid edilir.

Bir bakıyoruz ki Mus’ab İbnu’z-Zübeyr, kardeşi Abdullah tarafından Irak valiliğine getiriliyor ve o da valiliğini savunurken öldürülüyor.

Yine Abdulmelik îbn Mervan da babasının ölümünden sonra halife olduğunu, Abdullah İbnu’z-Zübeyr ve kardeşi Mervaniler tarafından öldürülmesinden sonra müslümanların hepsinin onun halifeliğinde karar kıldıklarını görüyoruz.

Daha sonra o, o dönemin dünya hükümdarlarının en büyüğü oluyor.

 

Acaba Urve İbnu’z-Zübeyr’in durumu  nasıl oldu?

Kısaca O na bakacak olursak:

 

Tabiin büyüklerinden olan Urve İbnu’z-Zübeyr, Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarında dünyaya gelmişti.

Babası, Resûlüllah’ın (s.a.v.) havarisi (has adamı), İslâm’da kılıç çekenlerin ilki, ve cennetle müjdelenen on kişiden biri olan ez-Zübeyr İbnu’l-Avvam’dır.

Annesi, “iki kemerli”  lâkabını alan Esma Bint Ebu Bekir’dir.

Anne tarafından dedesi Allah’ın Resûlü’nün halifesi ve mağaradaki arkadaşı Hz. Ebu Bekir’dir.

Babaannesi, Resûlüllah’ın (s.a.v.) halası Safiyye Binti Abdulmut-talib’tir.

Teyzesi, müminlerin  annesi Hz. Aişe’dir.

Urve, Kâ’be-i Muazzama’nın yanında Allah’tan dilediği arzusunu gerçekleştirmek için ilim tahsiline yönelerek Resûlüllah’ın (s.a.v.) sahabesinden geride kalanlarını ganimet olarak kabul edip onlardan dersler aldı.

Onların evlerine gidip gelmeye, arkalarında namaz kılmaya, onların toplantılarına devam etmeye başladı.

Böylece o, Ali İbn Ebu Talib, Abdurrahman İbn Avf, Zeyd İbn Sabit, Ebu Eyyub el-Ensarî, Üsame İbn Zeyd, Saîd İbn Zeyd, Ebu Hureyre, Abdullah İbn Abbas, Nu’man İbn Beşir’den hadis rivayetinde bulundu.Teyzesi müminlerin annesi Hz. Aişe’den birçok hadis aldı. Dinleri konusunda müslümanların kendilerine başvurdukları Medine’nin yedi fakihinen (aliminden) birisi oldu. Allah’ın, kendilerini, halkın ve memleketin işlerini gözetmeye lâyık  gördüğü   idareciler onun yardımını isterlerdi.

 

Urve İbnu’z-Zübeyr ilmi amelle birleştirmişti. O sıcağın kavurucu günlerinde oruç tutar, karanlık gecelerde namaz kılardı. Dili Allah Teâlâ’nın zikriyle daima ıslak olurdu.

O, her gün yüzüne bakarak Kur’ân’ın dörtte birini okurdu. Geceleyin de Kur’ân’i ezbere okurdu.

Urve İbnu’z-Zübeyr namazda, içinin rahatlığını, gözünün bebeğini ve yeryüzündeki cennetini bulurdu.

Urve İbnu’z-Zübeyr’in eli çok cömertti.

Cömertliğinin eserlerinden birisi şudur: Medîne bahçelerinin en büyüklerinden olan bir bahçe ona aitti. O bahçede tatlı su, gölgeli ağaçlar ve yüksek hurma ağaçları vardı.

O, ağaçlarını, hayvan ve çocukların zararlarından korumak için bahçesini yıl boyu çitlerle çevirtirdi. Meyveler olgunlaşıp insanların canı onları yemek isteyince, halkın bahçenin içine girebilmesi için etrafındaki çitlerin çoğunu kaldırtırdı.

Halk işlerine gelip giderken oraya girerler, yiyebildikleri kadar meyvelerden yerler, götürebildikleri  kadar da yanlarında götürürlerdi.

 

Velîd İbn Abdülmelik’in  halife olduğu yıllardan birinde, Allah Teâlâ Urve İbnu’z-Zübeyr’i, ancak imânın yerleşip doldurduğu gönüllerin sahiplerinde görülen bir imtihandan geçirdi.

 

Adı geçen Velid ibni Abdulmelik kendisiyle seneler öncesinden Kabe’nin yanında beraber dua ettiği Abdulmelik bin Merva’nın oğludur.Yani, Hz. Aliden sonra hilafet Ümeyye oğullarına geçti. Kendilerine Emeviler denilmektedir. Emevi hilafetinin başkenti ise bugünkü Suriye’nin başkenti Şam şehriydi.

 

Kaderin işlerine bakın ki seneler önce, dört arkadaş  bir araya gelip dua ediyorlar, hepsinin duası kabul oluyor.

Ancak daha sonra, iki kardeş arkadaşları Abdulmelik bin Mervan tarafından öldürülüyor. O da öldükten sonra yerine oğlu Velid geçiyor ve Hz. Urve’yi hilafet makamına davet ediyor.

Hz. Urve de büyüklük göstererek, kan davası gütmeyip, kardeşlerinin katili  olan Abdulmelik’in oğlu Velid’in davetine icabet ediyor.

 

Hz. Urve en büyük oğlunu yanına alarak Şam’a gitti, Velid bin Abdulmelik in huzuruna gelince, halîfe Hz. Urve ibni Zübeyri çok iyi karşıladı.

Daha sonra Hz. Urvenin başına istemediği olaylar geldi.

Şöyle ki: Urve’nin oğlu, Safkan atlarla gezinmek için bir ahıra girdi. Atların arasından bir at ona öldürücü bir çifte attı, ve çocuğun ölümüne sebep oldu.

Canı yanan baba oğlunun kabrinden toztoprak olan ellerini çırpar çırpmaz ayaklarından biri kemik veremine tutuldu. Bacağı şişip kabardı. Hastalık ağırlaşmaya ve şaşırtıcı bir hızla ilerlemeye başladı.

Halîfe, misafir için her taraftan doktorları çağırttı.

Onun herhangi bir şekilde teavi olmasını talep etti.

Fakat doktorlar, kemik vereminin bütün vücuduna geçmeden ve ölümüne sebep olmadan önce Urve’nin bacağının kesilmesinin şart olduğuna  karar verdiler.

Urve, çaresiz bunu kabul etti.

Cerrah bacağı kesmeye geldiğinde, yanında eti yarmak için neşter ve kemiği kesmek için testereler getirdi.

Doktor Urve’ye: “Keserken acı duymaman için bir yudum müskir içki (sarhoş edici) içmeni düşünüyorum” dedi.

Ürve: “Yapamam, mümkün değil? Ümit ettiğim sıhhat ve afiyet karşılığında hiçbir haramdan istifade edemem” dedi.

Doktor ona: “Öyleyse  uyuşturucu  verelim” dedi.  Urve  “Acısını duymadan organlarımdan birini kaybetmek istemiyorum. Bunun sevabını Allah’tan bekliyorum” dedi.

 

Bu durumu günümüz şartlarıyla mukayese edecek  olursak. Bizler fetvaya göre hareket ederken, onlar takvaya (Günahlardan kaçınma, sakınma) ve de veraya (Şüpheli şeyleri terk etmek) göre hareket ediyorlardı.

Her ikisi de – yani takvaya veya fetvaya göre hareket etmek – caizse de, tabii ki takvaya göre hareket etmek daha üstün ve daha sevap olduğunu bu vesileyla hatırlatmış  olalım.

 

Konumuza dönecek  olursak.

Cerrah bacağı kesmeye niyetlenince, birkaç kişi Urve’ye doğru ilerlediler. Urve: “Bunlar da ne oluyor” dedi. Ona : “Onlar seni tutmak için getirildiler. Urve : “Onları geri çevirin. Benim onlara ihtiyacım yok. Umarım ki, zikir ve tesbihle, ben sizi bunu yapmaya mecbur etmem.”

Daha sonra doktor gelip neşterle eti kesti. Kemiğe ulaşınca üzerine testereyi koydu ve testereyle onu kesmeye başladı.

Urve şöyle deyip duruyordu:

“Lailâhe illallah,  Allahu   ekber.”

Cerrah testereyle kesmeye devam ediyor, Urve de lailâhe illallah, Allahu ekber diyordu. Nihayet bacak kesildi.

 

Arkasından demir kepçelerde yağ kaynatıldı, kanın akışını durdurmak ve yarayı iyileştirmek için o yağlar Urve’nin bacağına sürüldü. Bunun üzerine Urve, o gün Allah’ın kitabını okumasına engel olan uzun  bir baygınlık geçirdi.

Gençliğinin başından beri ilk defa kaçırdığı şey bu hayırlı işti. Yani Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i tek gün okumamış o da bacağının kesilmesiyle baygınlık geçirdiği gün olmuştur.

 

Urve ayılınca kesilmiş bacağını istedi, bacağını ona verdiler. Şöyle diyerek onu eliyle evirip çevirmeye başladı

“Beni gece karanlıklarında mescidlere senin üzerinde götürten zat (Allah) çok iyi biliyor ki ben, hiçbir harama seninle yürümedim.”

Daha sonra şair Ma’n İbn Evs’in  şu beyitlerini dile getirdi.

“Ömrüne (Allahın verdiği ömre yemin ederek) yemin olsun ki, bir şüpheden dolayı elimi harama sunmadım.

Ayağım beni hiç bir kötülüğe götürmedi.

Ne kulağım, ne de gözüm, beni bir kötülüğe götürdü.

Ne fikrim, ne de aklım, bana o kötülüğe gitmede yol gösterdi.

Biliyorum  ki benim başıma gelen benden önce hiçbir kimsenin başına gelmemiştir”

 

Hz. Urve bin Zubeyr in başına gelen bu belâlar, çocuğunu ve bacağını kaybetmesi, halife El-Velid İbn Abdulmelik’in çok ağırına gitmişti.

Çünkü bütün bu olanlar o nun daveti  esnasında olmuştu.

 

O günler içinde halifelik konağına aralarında kör bir adamın bulunduğu Abs kabilesinden, Beni Abs’lı bîr kafilenin indiğini öğrendi.

Halife El-Velid, kör adama kör olmasının sebebini sordu. Adam şöyle cevap verdi:

“Ey müminlerin emîri! Beni Abs içinde, malca benden daha zengin, çoluk çocuğu benden daha fazla hiç kimse yoktu.

Ben, çoluk çocuğum ve malımla birlikte kavmimin evlerinin bulunduğu bir vadiye yerleşmiştim. Benzerini görmediğimiz bir sel felâketine uğradık.

Sel, benim malımı, ailemi ve çocuklarımı alıp götürdü. Bana sadece bir tek deve, ve yeni doğmuş bir bebek bırakmıştı.

Deve huysuzdu. O, yanımdan kaçtı gitti.

Çocuğu yere bırakıp deveye koştum.

Bulunduğum yerden biraz ayrılır ayrılmaz, çocuğun feryadını duydum.

Döndüm baktım ki, onun başı bir kurdun ağzında, kurt onu yemekte.

Koştum ama kurtaramadım, çünkü kurt onun işini bitirmişti.

Deveye yetiştim. Yanına vardığımda ayağıyla yüzüme bir çifte attı. Alnım parçalandı ve gözüm kör oldu. Böylece bir gecede kendimi ailesiz, çocuksuz, malsız ve gözsüz bir halde buldum.”

Halife el-Velîd hacibine (odacısına) :

“Bu adamı misafirimiz Urve İbnu’z-Zübeyr’e götür. Hikâyesini ona anlatsın, o da bilsin ki insanlar içinde ondan daha büyük belâlara uğrayanlar varmış.”

 

Daha sonra Urve İbnu’z-Zübeyr Medine’ye götürüldü ve ailesine teslim edildi. Urve onlara hemen şöyle söyledi: “Gördüğünüz şey sizi korkutmasın. Azîz ve Celîl olan Allah bana dört oğul verdi, sonra onlardan birini aldı ve üçünü bana bıraktı.

O’na hamd olsun. O bana iki bacak, iki kol verdi. Sonra onlardan birini aldı ve üçünü bana bıraktı.

Allah’a yemin olsun ki, Allah benden azını aldı, ve çoğunu bıraktı. O bana bir  belâ gönderdiyse, defalarca bana afiyet verdi”

Medîne halkı, imam ve âlimleri Urve İbnu’z-Zübeyr’in geldiğini duyunca, ona yardımda ve taziyede bulunmak için evine akın ettiler.

 

İbrahim İbn Muhammed İbn Talha’nın şu sözü ona yapılan en güzel taziyeydi:

“Müjde, ey Ebu Abdullah! Organlarından birisi ve çocuklarından birisi senden önce cennete gitti. Bütün parçaya tabi olur inşallah! Allah Teâlâ senden bize, muhtaç olduğumuz ve ihtiyacımız yok diyemediğimiz ilmini, fıkhını ve görüşünü bıraktı. Allah, senin ilmini hem sana hem de bize faydalı kılsın.“ der.

 

Urve İbnu’z-Zübeyr daima çocukların nasihat ederken, onları ilim tahsiline teşvik ederek, Onlara şöyle derdi:

“Yavrularım!  İlim öğrenin ve ona hakkını verin“ derdi. Sonra şunu  ilâve ederdi:

İnsanlara yumuşak davranmalarını, güzel söz söylemelerini ve güler yüzlü olmalarını tavsiye ederdi.

 

Nihayet, Urve İbnu’z-Zübeyr (r.a.) hayırla dolu, itaatla yüklü ve takva ile süslü 71 yıl yaşadı.

Eceli geldiğinde onu oruçlu olarak karşıladı.

Ailesi orucunu açması için ısrar etti ama o kabul etmedi.

Kabul etmedi çünkü o iftarını cennette açmak istiyordu.

Allah Rahmet etsin. (1.)

 

Görüldüğü gibi dünya imtihan dünyası, herkesin imtihanı farklı farklı. Kimisi malıyla, kimisi canıyla, kimisi de başka şeylerle imtihan edilir. Onun için beterin beteri var diyerek, her halükarda halimize şükretmeliyiz. Cenab-ı Hakk’dan afiyet isteyip, şöyle dua etmeliyiz:

“Ey Rabbimiz! Unutur veya (kasıtsız) hata edersek, bizi (onlardan) sorguya çekme!

Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere (itaatsiz ümmet) yüklediğin gibi bize (zor/helak edici) bir yük yükleme!

Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmediği şeyleri de bize taşıtma!

Bizi affet, bizi bağışla, bizi esirge! Sen mevlamızsın. Küfre sapanlara, seni tanımayanlara karşı bize yardım et / zafer ihsan eyle.” Amin. (2.)

 

Selam ve Dua ile…..

 

——————————————-

1    Mülk: 2.

2    Tabii’in Hayatından Tablolar.

Dr. Abdurrahman Re’fet el- Başa.

Bakara Suresi, Ayet: 286.

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Durch die weitere Nutzung der Seite stimmst du der Verwendung von Cookies zu. Weitere Informationen

Die Cookie-Einstellungen auf dieser Website sind auf "Cookies zulassen" eingestellt, um das beste Surferlebnis zu ermöglichen. Wenn du diese Website ohne Änderung der Cookie-Einstellungen verwendest oder auf "Akzeptieren" klickst, erklärst du sich damit einverstanden.

Schließen